Umarım…
Ve dilerim ki…
Önümüzdeki süreçte…
Kendimizi “Tuz kabı” yerine koyup, bir şekilde “Dünya liderliğine” soyunma hevesiyle ABD-Rusya-Ukrana üçgeninin ortasına oturmaya kalkmayız.
Hem de ayranımız yok iken…
XXX
Atatürk, işte bugünleri görerek, Kurtuluş savaşından sonra İzmir İktisat Kongresini toplamak ve ülkenin bağımsızlığı için son savaşın ekonomik bağımsızlık olduğunu vurgulamaktaki amacı bugünler içindi…
Her üç ülkeyi de değerlendirirseniz, 1950 yılından bu yana önce ABD, son yirmi yılda da Rusya ve Ukrana’ya muhtaç hale düşürüldük.
Enerji ve tarımsal ürünlerimizi Ukrana ve Rusya’dan karşılıyoruz çoğunlukla.
XXX
Böylesi kritik süreçte devlet yürütmek için gereken deneyime sahip olan devlet adamımız var mı?
Ben “Yok” diyorum…
Önce ABD-Irak savaşı sırasında, Turgut Özal, “Bir koyup üç alacağız” diyerek ABD’nn ardında piyon olarak yer aldı, ama üçün birini bile alma şansını bile bulamadan, unutulmaz ekonomik yaralar aldık.
ABD yanında yer alıp 20 yıldan bu yana devleti yönetenler ile Suriye bataklığına girdik, çıkamadığımız gibi, gelen sığınmacılar neredeyse nüfus olarak İstan’bul’un yarısı kadar nüfusa sahip hale geldiler. Geldikleri gibi, ayrıca yaşadıkları yerlerde getto (Bağımsız mahalleler) oluşturmaya başladılar.
Bunları da geçtik…
XXX
Ergenekon, balyoz gibi davalarla Türk Silahlı Kuvvetlerinde kara, hava ve denizci kurmay subay bırakmadınız yeterli deneyime sahip…
Biraz tarihten ders de almıyorsunuz…
Geriye bakalım…
1939 yılında başlayan 2’nci Dünya Savaşı 6 yıl süresince, taraf olmayanları da daima meşgul etmiştir. Taraf olmamasına rağmen taraflar kadar harbin sıkıntısını yaşayan en şanssız ülke hiç şüphesiz Türkiye olmuştur. Türkiye harbin ayak seslerini daha 1930’ların ilk yıllarında anladığından yakın gelecekte büyük bir harbin içerisinde kalarak genç cumhuriyetin heba edilmemesi, milletin yeni sıkıntılara düşmemesi için bölgesinde ittifaklar yapmıştır. İngiliz Başbakanı Churchill, ABD Başkanı Roosvelt ile Türkiye’nin bir üs haline getirilmesi yönünde çaba harcamışlardı. Churchill, Kazablanka görüşmelerinden sonra Türkiye’yi saflarında harbe sokabilmek için 30 Ocak 1943 tarihinde Türkiye’ye gelmiş ve Adana’da İsmet İnönü ile bir görüşme yapmıştır. Görüşmeler 2 gün sürmüştür. Bu görüşmeler, tarihte “Sağırlar Diyaloğu”diye de anılır. İnönü, doğrudan Churchill’e “Türk Devleti olarak savaşa katılmıyoruz” dememiştir. Önüne koyduğu listede, ordu için karşılanması imkânsız şartlar ileri sürmüş ve Churchill, İnönü’nün o ince zekâsını anlayıp geri dönmüştür.
İsmet İnönü, bu politikası, 1945 yılı Şubat ayına kadar korunmuştur. Bu tarihte ise kazanan tarafın belli olmasıyla yeni kurulacak Birleşmiş Milletlerde yer alabilmek için Almanya ve Japonya’ya göstermelik savaş açılmıştır.
XXX
Yani…
Turgut Özal gibi “Bir koyalım üç alalım” dememiş, 20 yıldan bu yana ülkeyi yönetenler gibi, ABD’nin ardına düşüp, bir gecede Esat’ı, Eset (Arapçada Aslan demektir) etmemiş, Şam’da namaz kılmaya kalkışmamıştır.
Dahası, her iki hamlede de Türkiye, yöneticilerin yanlış kararları sayesinde ABD’den ve Avrupa ülkelerinden söz verilen gerekli desteği de alamamıştır.
Dahası…
İkinci dünya savaşı sırasında ülkenin silolarında buğday stoku vardı, her ihtimale karşı. Zamanın TMO’i, zor zamanlardaki besin stoklarını yeteri ölçüde tutmakla görevliydi…
Fabrikalar vardı, halkın ihtiyaçlarını, karne ile de olsa karşılayacak.
Şimdi?
Hiç biri olmadığı gibi, üstüne üstlük olanca varlığımız ile dışa bağlı bir ekonomi ve dış politika sahibi olduk.
Ne için?
İşte bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Daha doğru bir ifade ile pek ala da anlıyorum, nedenlerini de biliyorum, ancak anlatmakta zorluk çekiyorum.
XXX
Bu eğitim seviyesi…
Bu dünya görüşü…
Bu deneyimlerle…
Ne devlet yönetilebilir ne de “Lider” oluna bilir.
Olacağı şu ki, bir günde gelmiştir, bir gün de gidecektir.
Ama yapar gider…
Ama yıkar gider…
Ama kesin gider bir gün…
Ancak giderken “Tuz kabı” olmadığımız gerçeğini umarım görerek gider…
TANITIM FİLMİNİ SEYRETMİŞTİK…
Küba devrimi…
Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara’nın liderliğinde, ABD güdümündeki General Fulgencio Batista diktatörlüğüne karşı giriştikleri sosyalist hareketin sonucudur.
Kısaca süreç, 26 Temmuz 1953 Moncada Kışlası isyanıyla başlar ve 1 Ocak 1959’da Batista’nın devrilmesi ve Küba’dan kovulması ile sonuçlanır.
Sonuç, ABD’nin isteği dışında yaşanan bir gelişmedir.
Fidel Castro, kapitalist rejimin karşısında sosyalist rejimden ve halk yönetiminden yana idi. Ayrıca devrim sonrasında Küba’ya kapalı bir ekonomi ekonomik bağımsızlığa ulaştırmaya çalışıyordu.
Bunun sonucu olarak da Rusya ile yakın ilişki içindeydi. Örneğin Rusya, ekonomisine destek vermek için Şekerkamışı üretiminin tamamına yakınını almayı taahhüt etmişti.
ABD yönetimi, burunun dibinde istemediği bir ot yetişmesinden son derece de rahatsızdı.
ABD, başta İtalya ve Türkiye olmak üzere füze yerleştirmiş, SSCB de Küba’ya aynı şekilde füze yerleştirerek karşılık vermişti.
Savaş çıktı çıkacak diye bekleniyordu ama…
Aslında bu durum, SSCB lideri Nikita Kruşçev ile ABD Başkanı J. F. Kennedy arasındaki soğuk savaştan öte bir şey değildi.
ABD, İtalya ve Türkiye’deki füzeleri çekme ve Rusya’nın da Küba’dan füzeleri çekmesi ile sonuçlandı.
XXX
Bugün yaşananlar, iki aptal liderin (Joe Biden ve Vladimir Putin), karşılıklı olarak dünya milletleri üzerinde etkinlik sağlama isteklerinden başka bir şey değil.
Birinci film, karşılıklı iki liderin soğukkanlı davranışları ile tatlıya bağlanmışken, bu kez ABD’nin Rusya’nın burnunun dibindeki ülkelerde etkinlik sağlamaya yönelik çabası sonucu, Rusya’da buna izin vermeme amacına yönelik silahlı çatışmaya dönüşmesidir.
“Tarih tekrardan ibarettir” sözü işte bu olsa gerek.
ABD ve Rusya’nın birbirine karşı üstünlük ve diğer ülkelere karşı etkinlik kurma çabasından öte bir şey değildir.
Ukrana ve Rusya için her iki ülkede de maddi ve mani kayıpların dışında bir getirisi olmayan savaştır bu…
Dikkatle takip edilir ise, ABD başta olmak üzere, bütün Avrupa ve NATO ülkeleri geriden geriye okuyup üfürmektedirler.
Dünyayı yönetenler şunu iyi bilmelidir ki, artık savaşla toprak kazanma dönemi sona ermiştir. Milletler, kendi yönetimlerine sahip çıkmak için var güçleri ile çaba harcamaktadırlar.
XXX
Peki, ülkelerini terk edenler mi?
Onların başlarında bir Atatürk olsaydı, evdeki kazma ve kürekle sokağa çıkarlardır.
Millet olarak dışa karşı kazma kürek ile savaşmaktan kaçınmayız ama…
Ülke içinde demokrasiye inanmış bir milletiz.
XXX
Şunu da paylaşmak istiyorum…
Ekim 1962 yılında yaşadığımız bu kriz sırasında, ilk kez en uzun köşe yazımı “Muğla Postası Gazetesinde” yazmıştım. Bu da benim “Köşe yazarlığı” sürecimde bir dönem noktasıdır.
O gün Küba’dan yana tavır almıştık, Bugün Ukrana’dan yana tavırlıyız.