Sondan başlayarak anlatmaya çalışacağım…
Avara; teçhizat veya makine üzerindeki mile sabitlenmiş olarak kendi kendine dönen kasnaklara verilen addır…
Kısaca “Avara Kasnak” olarak anarız ki, siyasi sözlüğümüze kimin soktuğu herkesin bildiği bir şeydir.
XXX
Avare; işi gücü olmayan biraz da gönül derdi olan kişinin orada burada, işsiz, amaçsız dolaşıp durmasıdır. Aslında amacı vardır da ya inancı kalmamıştır ya da gücü…
TDK sözlüğüne bakarsanız, sadece işsiz, güçsüz, amaçsız dolanan anlamına geliyor.
XXX
Sürtük…
Bu kelimenin yine TDK sözlüğüne göre “Kadını” bir haliyle anlatan kısmını bir tarafa bırakırsak, amaçlı amaçsız çok gezen anlamına gelir…
XXX
Bana sorarlardı; “Kayserilisin, Erciyes’te kayabiliyor muydun?”
Cevabım; “Bilmem mi, anamın altı sürtük nalisi (Nalın, Takunya) ile kayardım” olurdu.
Evlerde, çok kullanılmaktan kaynaklanan eskime ile “Nalınların” altı sürtülür ve düz hale gelir.
İşte o nalınların adı, “Altı sürtük nali”dir Kayseri lehçesi ile…
XXX
Görüldüğü gibi, tam bir anlam birliği olmasa da “Gezmek, boşa gezmek, boşa dönmek” gibi hallerinden dolayı birbirlerine benzer kelimelerdir.
XXX
Tamam, da ben bu konuya neden girdim?
Aslında ben girmedim, ayrıca “Sürtük” kelimesini de ben kullanmadım. Günlük siyaset içerisinde kullanılmasına taraftar da değilim.
Lakin bir şekilde kullanıldı.
Gezi olaylarının yıldönümü nedeniyle gösteri yapanlar için söyledi…
“Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Bunlar çürük, bunlar sürtük. Kamu binalarının, polis araçlarının, işyerlerinin, otobüslerin, sokakların yıkıldığı Gezi olaylarının arkasında hangi güçlerin olduğunu tarih de yazıyor. Bunlardan bu millete hayır gelmez. Bunlar ancak terör sevicilerle beraber.”
Kendisine muhalif olanlara bugüne kadar demediği, etmediği hakaret kalmadı.
En son bu sözü ile “Çürük” de oldu “Sürtük” de…
Şimdi bu cümle içindeki “Sürtük” kelimesini hangi anlamda alalım ele?
TDK’nun sözlüğündeki gibi mi alalım…
Erkekler “Çürük”, kadınlar “Sürtük” mü oluyorlar? Yoksa her iki cins birden “Çürük ve Sürtük” mü oluyor?
Gelin biz öyle algılamayalım sözün bu bölümünü, “”Sürekli gezen” olarak algılayalım. Yani sürekli orada burada gezen erkek ve kadınlar.
Yani durdukları yerde durmayan, orada burada gezen kişiler, yani erkek ve kadınlar, yani cinsiyet ayrımı yapmadan.
Ama söylediğini ve yaptıklarını sonuna kadar savunanlar…
XXX
Partisinin 30. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda da “sürtük” ifadesini savundu, “Biz Gezi olaylarında sergiledikleri tutuma yakışan teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk. Milletimiz bu Vandalları nasıl tanımlıyorsa biz de öyle dedik…”
Dedi de dediğinin yine nereye vardığının da farkında değildi…
Eğer bir şekilde, birine karşı “Millet diliyle” diye “Sürtük” derseniz, cinayet sebebini geçtik, en azında kıyasıya kavga nedenidir. Şimdi size muhalif olanlar da böyle mi hareket etsinler istersiniz?
Bir bakıma esas amaçlardan biri de bu, kavga çıkarmak…
Ancak bilinmesi gereken de şu…
Millet, demokrasinin yolundan asla şaşmayacaktır.
XXX
Bundan sonra sözümü nereye bağlayacağım?
Gözümün önüne geliyor bazılarının orada burada dünyayı amaçlı amaçsız turladıkları da, bu nitelemeyi söylemeyi edep açısından kendime yediremiyorum…
Ancak sormadan da edemiyorum…
Şimdi biz bu halde olanlara “Sürtük” nü dememiz gerekiyor?
Ben diyemem, edebim izin vermez, diyen varsa buyursun…
XXX
Bir de yine güncelde bir konumuz var…
Öneri, ya da talep, “Adaylığını açıla…”
Cevap; “Al seçim kararını, aynı gün anında açıklayalım…”
Peki, “Adaylığını açıkla” talebinde bulunan kişinin amacı ne olabilir, asıl atlanmaması gereken tarafı burası talebinin…
Talep edenin dediğine göre, seçim 2023 Haziran ayında, yani daha bir yıl var seçime, neden açıklansın ki?
Açıklayayım…
Talep edenin siyasi cinliği…
Millet ittifakının adayını bir yıl önceden açıklattıracak sözüm ona, bir yıl boyunca o adayın üzerinde operasyonlar yapacak.
Kişiliğinden, geçmişinden, hatta inancından girecek, faydasız ve avara kasnaklığından çıkacak, kendine siyasi kazanç sağlayacak.
Bunu da millet ittifakı yemiyor kardeşim, yememesi de, siyaseten kendi adaylarını bugünden açıklamamaları da çok da doğru. Cumhur ittifakında kendisi olduğu sürece “Ben de adayım” diye o cenahtan adaylığını açıklayabilecek bir babayiğit var mı?
O babayiğit…
Varsa hadi yüreği olan, sen de açıkla haydi…
XXX
Sonuç olarak, halkın gerçek sorunlarını ve gündemini saptırmak, unutturmak ve kendi lehine çevirmek için yapılan boş manevralardır bu girişimler..
Yani, gerçekten siyasette “Avara kasnak” örneği, boşa harcanan bir mesai süreci yaşıyoruz.
Sürekli aynı mil üzerinde dönüyor.
Değişen hiçbir şey yok,
Ve işin ilginç yanı da, açıklanan Mayıs ayı enflasyon rakamına göre, ekonomi her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Değiştirmeye, düzeltmeye de mecalleri (Güçleri) kalmadı bu iktidarın…
Hani derler ya; “Benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur.”
(Buradaki ‘binâ’ kelimesi, yapı anlamına gelirse de buradaki anlamı ‘şeyi sürekli görme’ anlamını taşır.)
XXX
Ez-cümle; tahrip olan siyasi dilin kibarlığını bozmak, bozuk yolda lük araba kullanmaya benzer.
Sarsılır, zaman zaman altı çarpar gibi…
Ama o bozuk yolda yerinden oynatamayacağınız güçte ve kökü derinliklerde bir kayaya çarparsanız…
Vay gele başınıza…
Motoru tazelemek gerekir ki, o motoru tazelemenin yolu, “Seçim sandığı” tamirhanesine uğrayıp, motoru tamir etmekten geçer…
Tüm çürük, sürtük, avare ve avaralar…
Tembelliği bir yana bırakın ve tamirata yardım etmek için çalışmaya başlayın…
Ama demokrasiden sapmadan…
YANINDA BİR BEHLÜL DÂNÂ OLSAYDI KEŞKE…
Abbasi Halifesi Harun Reşit, sarayında otururken, sarayın damından bir gürültü gelir. Muhafızlar hemen çıkıp bakarlar ve damda dolaşan bir adam görür, Halife Harun Reşit’in huzuruna çıkarırlar…
Harun Reşit Adama sorar: “Sen kimsin, necisin, bu sarayın damında ne işin var de hele…”
O damda dolaşan kişi, Behlül Dânâ’dır.
Asıl adı, Ebû Vüheyb b. Amr b. el-Mugīre el-Kûfî es-Sayrafî’dir…
Kısaca Behlül Dânâ olarak tanınır ve bilinir…
Ömrünün büyük bir bölümünü Bağdat’ta geçirmiştir.
Abbasi halifesi Harun Reşit zamanında yaşamış sufi bir derviştir.
Behlül Dânâ, Halife Harun Reşit’in sorusuna, “Develerimi arıyordum. Ben develerimi kaybettim de onları arıyordum” diye cevap verir.
Harun Reşit hiddetlenir; “Bre adam, sarayın damında deve mi aranır” diye çıkışır…
Behlül Dânâ; ”Ya siz, bu ihtişamlı sarayda, atlaslar, ipekler arasında Allah’ı anarsınız, bu normal de benim damda deve aramam mı siz garip geldi, ne var bunda” der…
XXX
Yine bir gün Behlül Dânâ, mezarlıkta uyuyorken, Halife Harun Reşit’in aklına gelir, emri üzerine aranır, mezarlıkta uyurken bulunur ve huzura getirilir.
Behlül Dânâ Harun Reşit’e sitem eder ve sorar; “Yahu neden beni uyandırıp da buralara getirdiniz? Ne güzeldi rahattım, rüyamda padişah olmuştum. Böyle tahtımda azametle oturuyordum” deyince…
Halife Harun Reşit gülmüş; “Eyyy Behlül, uykudaki padişahlıktan ne olacak, o da bir şey mi sanki.”
Behlül Dânâ’nın cevabı şöyle olur…
“Ne fark eder, ben gözlerimi açınca, doğru, padişahlıktan düştüm. Sen ise gözünü kapatınca padişahlıktan düşeceksin. Bunda bir fark yok ki…”
Bu cevap üzerine Harun Reşit başını sallayarak düşünmeye dalar…
XXX
Behlül Dânâ, bir gün kumlarla, çerçöp ile bir ev resmetmiş. Üzerine saman vs gibi malzemeden maket gibi bir ev yapmaya çalışmış.
Görenler, Behlül Dânânın oyun oynadığını zannederler.
Halife Harun Reşit de fark eder, yanından geçerken sorar…
“Ya Behlül, yine ne yapıyorsun öyle.”
Behlül Dânâ; “Cennette evler, köşkler yapıyorum ve satıyorum…”
Harun Reşit; “Demek cennetten köşk satıyorsun? Peki, kaça satıyorsun?””
Cevap verir Behlül Dânâ; “ Bir altına…”
Harun Reşit; “Yahu bu adama yine bir şeyler oluyor” der ve oradan ayrılır.
Ertesi gün, Harun Raşit’in hanımı da görmüş Behlül’ü…
O da sormuş; “Behlül efendi sen ne yapıyorsun yine?”
Behlül Dânâ; “Cennet için ev yapıp satıyorum?”
Sorar Harun Reşit’in eşi; “Peki kaça satıyorsun?”
Behlül; “Bir altın” diye cevap verir.
Harun Reşit’in eşi; “Peki, al bir altını” der ve uzatır Behlül’e…
Derme-çatma, çamurdan o evi alır.
Akşam Harun Reşit rüyasında cennette bir köşk görür. Güzel mi güzel… O kadar beğenir ki, “Acaba bu köşk kimindir” der…
“Hanımınızın” derler rüyasında…
Rüyadan kadar çok etkilenir ki, ertesi gün gördüğü rüyanın etkisi ile Behlül Dânâ Hazretlerini arar…
Bakar ki aynı yerinde yine kumdan samandan çerçöpten sözde evler yapıyor.
Rüyasının etkisi altındaki Harun Reşit, yanına gider ve sorar; “Behlül, n’apıyorsun?” der.
Behlül; “Gördüğün gibi cennete ev köşk yapıyorum…”
Harun Reşit; “Peki Behlül, kaç para.”
Bu kez Behlül Dânâ; “Bin altın” der…
Harun Reşit; “Yahu, daha dün bir altın diyordun, bugün bin altına çıkarmışsın, nedeni nedir?”
Mesaj verme zamanının geldiğini hisseden Behlül Dânâ; “Hanımınız dün bir şeyi görmeden, bilmeden bir altına satın aldı. Ama sen, gördükten sonra istiyorsun. Onun için bin altın bile az…”
XXX
Tarihte her güçlü ve azametli kişilerin yanında Behlül Dânâ Hazretleri gibi birilerinin olduğuna şahit oluyoruz.
Ama daha çok yönetenlere karşı hiciv sanatını işleyenleri daha çok görürüz.
Neyzen Tevfik, Nef’i, Şair Eşref, Şeyhî Hekim Sinan, en ünlüleridir. Gözlerini budaktan sakınmaz, gördükleri yanlışları hicvederek anlatırlardı tenkit ederlerdi.
XXX
Bugün böylesi hiciv ustaları var mı?
Var da, onlar hicvedince, soluğu mahkeme koridorlarında alıyorlar…
Peki, korkup da susuyorlar mı?
Hayır, korkup da susan yok…
Susan varsa da onlar zaten ya yalakalardır, çıkarcıdır, ya da dilsiz şeytanlar…
Bugün de saraylarında saltanat sürenlerin yanında bir Behlül Dânâ Hazretleri gibi birileri olsaydı da, sinirleri hoplasa da düşündürebilme yetenekleri olabilseydi…
Keşke onları dinleyip de düşünme yeteneğini çalıştıranlar olsaydı…