Lider, sözlük anlamı ile şef, önder, bir siyasi partinin başı veya bir oluşumun başındaki kişi demektir.
Bir başka deyişle tabi olunan, yönetim kabiliyetine sahip olan kişidir.
Ancak tanımlamanın önüne “Asrın” kelimesi girer ise, anlamı farklı olur.
Demem o ki “Asrın lideri” tanımlamasına uyan, layık olan, bu tarihte henüz kimse olmadı daha.
Fransa’dan Napolyon, Charles de Gaulle, Rusya’dan Josef Stalin, Almanya’dan Adolf Hitler, İtalya’dan Benito Amilcare Andrea Mussolini, İngiltere’den George Nathaniel Curzon, yine İngiltere’den Sir Winston Leonard Spencer Churchill ve benzerleri gibi…
Tarihe iyi baktığınızda her birinin kendi dönemlerinde etkili olan aslında birer siyasi figürler olduklarını görürsünüz. Siyasi hırsları nedeniyle insanlık tarihinin liderlik tanımlamasının önüne “Asrın” kelimesini ekletememişlerdir.
İktidar hırsı ile hareket ettiklerinden dolayı milletler savaşlarla uğraşmış, birçok insan kaybına neden olmuşlardır.
Bugüne de baktığınızda “Asrın lideri” sıfatını hak eden, kazanan liderlerin var olmadığına şahit olursunuz. Her biri sadece “Siyasi figür” seviyesinin ötesine geçen, geçebilen kişiler değildir.
Eğer “Asrın Lideri” sıfatını taşımayı hak eden birisi olsaydı, dünya bugün olduğuna tanık olduğumuz yayık gibi çalkalanıyor olmazdı.
Liderlik unvanının önüne 19 ve 20’nci yüzyıllarda “Asrın” tanımlamasını ekleyen bir tek kişi oldu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Askeri ve siyasi zekâsı ve ileriye dönük öngörülerinin halen geçerliğini koruyor olması, “Asrın lideri” tanımlamasını hak ediyor olmasının da göstergesidir.
Daha de önemlisi, “Devlet” kavramını “Millet” ile bütünleştirmesidir.
Kurtuluş savaşından önce ve sonra saltanat yolunu seçebilir, istediğini tek başına yapabilirdi. Ama yapmadı çünkü…
Onun anlayışı “Tek adam” olmak değildi.
23 Nisan 1920 tarihinde TBMM kurulmadan önce yapılan tartışmalarda, Kurutuluş savaşına girecek milletin önce orduya mı yoksa meclise mi ihtiyacı olduğu tartışılırken, Atatürk’ün bu konudaki görüşü ve düşüncesi çok netti.
Şöyle ifade ediyordu görüş ve düşüncesini…
“…Bence meclis nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Önce meclis, sonra ordu… Orduyu yapacak olan millet ve onun yeri meclistir. Çünkü ordu demek yüzbinlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Bunu ancak milletin karar ve kabulü ortaya çıkarabilir.”
Bu söze bağlantılı olarak Cumhuriyet yönetiminde Yasama, yani TBMM, Yürütme, yani hükümet ve yargı, tamamen birbirinden ayrı denetlenebilir kılınmıştır ki, bu de millet egemenliğinin bir başka göstergesidir.
Şimdi herkes oturup düşünmelidir, bunlardan geriye bugün ne kaldı?
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Atatürk, gerek Kurutuluş Savaşı gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde TBMM’nin onayını almadan hiçbir uygulama yapmamıştır.
Atatürk’ün, birilerin tüm cehaletlerini ortaya koyarak “Ayyaşlar sofrası” olarak düşündükleri yemek sofralarının, aslında meşveret (Tartışma, beyin fırtınası yapma) oturumları olduğunu bilmemelerinin, tarihi ve siyaseti anlamadıklarının da bir göstergesidir.
Şimdiki gibi “Tek adamlığa” soyunmamış, saltanat sevdasına sarılmamış, hatta dış ülkelerle görüşmeler yapmak için ülke dışına bile çıkmamıştır.
Bütün devletler, saygı gösterisi ile birlikte, görüşmek için ülkemizi ziyaret etmek zorunda kalmışlardır.
XXX
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir tabu değildir…
“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır” söylemi ile ülkenin ve milletin geleceği üzerinde düşünülmesi gerekliliğine vurgu yapmıştır.
İlkeleri ortadadır ve halen geçerliliğini korumaktadır.
Ne var ki akılları başka bir devlet düzeninden yana olan bir takım kişiler, kendilerinin sığ düşüncelerini millete dayatmaktan geri durmamaktadırlar.
XXX
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, gelecekte bunların yaşanacağını ta o günden görmüş ve “Gençliği” uyarmıştır.
Bir takım kişilerin Allah ve kuran ile insanları aldatacağını da görerek, “Okusunlar da anlasınlar” diye Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Kuran’ı tercüme ettirmiştir.
Hatta “Kuran tercüme edilemez” diyenlere verdiği cevap akıllara kazınmalıdır.
Şöyle demişti: “Siz şimdi Kuran’ın anlamsız olduğunu söylüyorsunuz. Çünkü bir metnin anlamı yok ise, bir başka dile çevrilemez.”
Oysa Kuran, Türkçeye çevrilmeden çok önce, birçok dile çevrilmişti bile…
XXX
Yazımın sonunda gelmek istediğim sonuç şudur…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendi dönemindeki siyasi figürlerden farklı olarak “Akıl” ve “Bilgi” ile hareket etmeyi öncelemiş, kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sonsuza kadar yaşaması için gerekli kuralları koymayı başarmıştır.
Devlet, ne zaman ki o kurallardan az da olsa sapma gösterdi, işte bugünlere geldik.
Şu anda “Tek adam”, sadece iktidarını ve saltanatını sürdürme çabası ile “Tek başına” karar vermekte ve TBMM’nin saf dışı etmektedir.
Bu da milli Egemenliğin hiçe sayılması demektir…
Kabul edilebilir bir uygulama değildir.
MİLLET, AKLI İLE DÜŞÜNÜP ŞUNA KARAR VERECEKTİR: EGEMENLİK KENDİLERİNDE MİDİR YOKSA İKTİDARI KAYBETMEMEK UĞRUNA HER ŞEYİ YAPMAYI GÖZE ALAN KİŞİLERE Mİ İNANACAK, GÜVENECEKTİR?
Ülkenin ve milletin bu konuda vereceği karar, geleceğini oluşturacaktır.
İşin özüne gelince…
Durduk yerde, efelenmelerle, millete rağmen alınan “Tek kişilik” kararlarla “Asrın” lideri ne yazık ki olunmuyor…